Furkan Karaderi

    Daha medyatik olarak tabir etmek gerekirse “mahalle değiştiren” karakterlerdir bunlar.
    Yıllar içinde yüzlerce durum karşısında kalan insanoğlunun her sabit görüşünde diretmemesi en olağan kabul edilmesi gereken durumlardan biridir. Zira aksi at gözlüğü olarak tabir edilen hale gebe kalmaktan başka bir şey olmayacaktır. 


    İnsanoğlu geliştikçe, geriledikçe veyahut da gerildikçe farklı limanlara yelken açabilen bir varlıktır. Görüş değiştirir. Yıllar önce doğru gördüğü bir durumu bugün yanlış olarak atfedebilir. 

   Birçok kişi bu tarz durumları çizgiyi aşarak günümüz tabiriyle döneklik olarak yorumlar. Oysa çizgiyi aşmamış durumlar nesnenin doğasında vardır. 


    İnsan akıl eden bir varlıktır. Düşünür, sorgular, karar verir ve herkesten önce fikrine kendisi inanır. 
    Fikir sahibi olmakta insan olmanın doğasında vardır. Haliyle inandığı fikirleri doğru kabul etmek, nefes almak kadar olağan bir durum ve aynı zamanda insani bir ihtiyaçtır.
    Buraya kadar her şey kabul edilebilir. Lakin çağın getirdiği “götürülerin” çizgiyi aştığı durumlar tam anlamıyla bir eksen kaymasından ibarettir ve 21.yüzyıldaki en büyük rahatsızlıklardan biri, bu eksen kemiğinin kaymasıyla gerçekleşen “Duruş bozukluklarıdır.”


    Tanınma, değer görme ve hepsinden de öte kabul edilme hırsının temel sebeplerinden olduğuna inandığım bu ekseni kaymış postürsel bozukluklar, insanoğlunun baş belası olan ego probleminin yol açtığı ve tamir ve tedavisinin bir hayli zor olduğu bir kanser türevidir. Ve öylesine metastaz yapmıştır ki fikirlerinden ruhuna, ruhundan duruşuna kadar işlemiştir.


    Girmek istedikleri mekânların kapısından “yan” sız giremeyen kişilerin, “yancı” sız kaldıklarında başvurdukları ilk kurtarıcıları yanlarından hiç ayırmadıkları egolarıdır. 
    Ego ise kişinin başkalarının gözünden kendisine atfettiği değerdir.
    Diğer insanlara kendisini üstün ve kabul edilebilir göstermek adına aslında hiç var olmayan bir kimliğe bürünmüşlerdir. Yani ego kendin olmayıp, olmak istediğin gibi davranmaktır. İşte buradaki kilit kelime “davranmak”. 
    Yani var olmayan ama varmış gibi göstermeye çabalanan. 


    Aslında kendimi de dâhil ederek söylüyorum. Hepimizin içinde var olan bu durumun sıkıntısı var olmasında değil doğru yönetilememesindedir. İşte tam da bu nokta da karşımıza egonun varlık problemi değil egonun yönetim problemi başlığı çıkıyor. 
    Zira insan sevilmeyi arzular. Kabul edilmeyi, saygı duyulmayı, başarmayı, büyük başarılara kendisinin imza atmasını ister. Bunu kötü bir şey olarak görmüyorum. Lakin çizgi aşılıp da ego şizofrenisine ilk adım atıldığında, yani başkasının kendisine değil de başkasının gözünden kendine değer ve konum vermektir problemimiz. 


    Egoist olarak tabir edilen kişiler ister ki herkes onu, fikirlerini ve yaptıklarını veya yapmaya çalıştıklarını kabul ve takdir etsin. İşte bu hal, insanın içindeki bastırılmışlıkların esirliğinden başka bir şey değildir.
    “Bir şey” olamayanların kendi iç dünyasında “çok şey” olduklarına inanmaları veya dış dünyalarına bunu inandırmaya çalışmalarıdır ego.
    Üç harften oluşan minicik bir kelime, lakin çağı saran devasa bir sorundur…
    
(Yazı dizisinin devamı yarına…)
 


DURUŞ BOZUKLUĞU

Günümüzün popüler kültürüyle, tanınma, değer görme, şan ve şöhret hırsıyla yoğrulmuş 21.Yüzyılda ‘an’ a göre görüş, mekâna göre “duruş” değiştiren birçok insana şahit olursunuz.

14.03.2024 10:08:00