Mehmed Akif ASLAN

Pencere bu a dost! Başında soluklanasın, manzarasından yudumlayasın diye, gözünü de gönlünü de sana açmış görev memuru bir pencere. Yanı başında iki göz dikilen. Kimine seyirlik kimine de ömürlük kulplu. Senin nasibine hangisini açmak düşer onu bilemem. Hani geçtiğimiz haftalarda bir kuştan bahsetmiştim. Derdine talip olmak istediğim bir kuş, yoluna refiklik talep ettiğim. İşte bu hafta da o kuştan ve kanatlarına güç veren rüzgârdan bahsedeceğim.

Eskiler sorar mıydı bilmem. Rüzgârın zekâtını verdin mi evlat? Diye. Allah vermiş; eser, gürler zekâtı bize düşer mi ki! Düşer evlat, amma yaman amma gözü pek düşer. Öyle bir düşer ki iki dirhem kara gözlünün gözlerinde esmesine, yağmur olup düşmesine sebep olasın diye düşer. Kurumuş diyorlar toprak, çatlamış vicdan, annelerin göğsünde yetim kalmış çocuklar… Bir kuşun gözyaşları yeter mi çocuğun yetim kalmaması için ya da rüzgârın zekâtı anneyi çocuğuna kavuşturur mu? Kavuşturur elbet. Hele ki sen pencereyi ömürlük kulpundan tutup manzaranda sonsuzluk umanlardansan.

Ant olsun rüzgâra karışan gözyaşlarıma ki bizler Ebabil Sürüleri olmalıyız. Rüzgârın zekâtını veren kanatları uçmaktan yorgun düşmeyen o görev memurları. Çatlamış toprağı bir kat daha çatlatan, göğe yükselen o bir avuç duanın sesine karşı rüzgârı arkasına alanlar olmalıyız.

O, boyayanların en güzeli ve en güzel boyayan değil mi! Zeytin karası gözler, semaya açılan toprak kokan eller, kula tamahtan uzak zihinler, şifa bekleyen yarı çıplaklar, bizim boğazımızda durmak bilmeyenleri boğazından geçiremeyenler… Hani dağlarda aç kalmasın diye dağlara serpilen buğdayların sahipleri, hani tenceresinde suda taş kaynatan annenin feryadını duyan rüzgârın zekâtını verenler, nerede kaldılar sahi! Gelirler mi çağırsak? Yoksa görevi bize devrettiler de bizim mi haberimiz yok!

Kuşkonmaz vallahi pencerene! Seyirlik kulptur nasibin. Rüzgâr zekâtta kabul etmez senden. Rüzgâr mı bekliyorsun yoksa kanat mı? Nedir ihtiyacın. Neden sağır oldun çatlamış topraktan sızan sese!

Susuzluktan ölen annesinin kucağında annesinin soğumasını bekleyen evlat mı senin yoksa anne mi ? O acıları yaşamak mı lazım bir soluk, bir nefes, bir sıhhat olabilmek için! Ya da düşen bombaların arasında ailesinin yanık et kokusunu ciğerlerinde saklayan çocuklardan o kokuları mı istemeli! Birinin gelip üstümüzü başımızı yırtması mı lazım, soğukta titreyen küçük bir kalple birlikte titremeyi öğrenebilmek için. Kanatlarımızla ısıtabilmek için ya da rüzgarın zekatını vermeyen dünyalılara karşı.

Dedim ya evlat! Bu gidişle billahi kuş konmaz pencerene. Erteleme. Kalk ve kanatlarının üzerindeki tozu silkele var gücünle. Rüzgâr bu sefer sevincinden zekât kabul etmez belki de.

Bir kuş olmak istiyorum,

Beklenmeden bekleyen,

Özlenmeden özleyen,

Çağrılmadan gelen,

Heybesinde hasret yüklü bir kuş…


Kuşkonmaz Pencerene: Rüzgârın Zekâtını Verdin Mi?

Pencere bu a dost! Başında soluklanasın, manzarasından yudumlayasın diye, gözünü de gönlünü de sana açmış görev memuru bir pencere.

27.12.2020 22:52:00