Elif ÖZDEMİR

Herkes o ağacın adını duymuştu: ölüm ve yaşam ağacının…

İnsanlar ona hayat ağacı diyorlardı ama ben öyle olduğunu düşünmüyordum. Aslında bir hayat aynı zamanda ölümdü. Ne de olsa, biri doğarken başkası ölüyordu. Biri sevinirken başkası üzülüyordu. Bu ağacın adının hayat ağacı olmasının bir anlamı yoktu.


  Bunu on üç yaşımda annemi o ağacın altında kaybettiğimde öğrenmiştim.
  O, benim en değerlimdi.
  O gün, sanki bulutlar kötülüğün sembolüydü. Belki de o gün onlar da ağlamıştı benimle. Annem hayattan bütün iyilikleri çiçek misali toplayıp gitmişti. Gökyüzü bunu haykırırken bir yandan da benim sessiz haykırışlarım duyuluyordu. Onları sadece ben duyarken bile can yakıcıydı. Eğer kardeşim duysaydı onun küçük kalbi buna dayanmazdı.
  Aksine, benim kalbim ondan büyüktü ve büyükte güç vardı. Güçlü olmalıydım.
  Yağmur yağarken yokuşu hızla çıkıyordum. Küçük kardeşimi aşağıda bırakmıştım. Onu bekleyemezdim. Belki de eğer anneme bir şey olduysa o halde görmesini istemiyordum. Tek istediğim, buradan annemin elinden tutup güle oynaya inmekti. 
  İhtimalinin az olduğunu biliyordum ama umut etmek bile güzeldi. 
  Annem bana her daim umut etmeyi öğretmişken, şimdi saçma bir ihtimali düşünmemeliydim. Çünkü hayat umut etmekten ibaretti. Umut olmasaydı, kim yaşamak isterdi ki?
  Yokuşu daha hızlı koşarak çıkıyordum. Her adımımda yüzümdeki endişe artıyordu. Kardeşimin bağırışlarını duyuyordum. Arkama dönüp bakmak zaman kaybettirecekti. O yüzden duymamazlıktan geldim. Koşarken birkaç kere düşmüştüm. Dizlerim kanıyordu. Ama annemin iyileştireceğini biliyordum.
  Sonunda yokuşu çıkmıştım. Kalbimin atışları ve nefesim hızlanmış, yüzüm muhtemelen kıpkırmızı olmuştu. Ama değerdi. 
  O ağacı gördüm ilk önce. Hayat ağacını. Annemin adının geldiği ağacı. 
  Annem bu ağacı çok severdi ama ben hiç sevmezdim. İnsanlar burada en mutlu anlarını yaşamışlardı belki… Doğrusu bu umurumda bile değildi. Ben hep kendimi bulmak için gelirdim buraya. Ağacın gövdesine yaslanır, saatlerce ağlardım. Saatler sonra beni bulduklarında uyumuş olurdum. Şu ana kadar bu ağaçta ne kendimi bulmuştum ne de mutlu olmuştum. Tek yaptığım toprağa gözyaşlarımı akıtmaktı.
  Sonra altına baktım ağacın. Annem oradaydı. Yerler çamurluyken neden orada yatıyordu ki? Belki de uyuyakalmıştı.
  Hemen yanına koştum. Annemi sarsarak “Anne. Hadi kalk. Burada her yer çamur. Evimize gidelim, lütfen.” Derken gözlerimden yaşların akmaması için dua ediyordum. Ağladığımı görse üzülürdü. Üzülmesini istemezdim.
  Ben ne kadar sarssam da seslensem de annem uyanmadı. Bir daha ne o ağaç yeşili gözlerini gördüm ne de gülümseyen güzel yüzünü. Öldüğünü anladığımda gözyaşlarımı tutmak için çok geçti. Yanaklarım ve dudağıma çoktan ulaşmışlar, annemin yattığı toprağa düşüyorlardı. Her zamanki gibi…
  İşte o gün o ağaç, hayat ağacı, bir hayatın daha göç etmesine şahit olmuştu. 
  Bir daha insanlar ne orada piknik yaptı ne de ağacın dallarına fularlar astı. Artık o ağaç hayat değil, ölüm ağacıydı onlar için. Ta ki ben ona yeni bir sıfat kazandırana dek.
  Ölüm ve yaşam ağacı. O ağaç o gün orada benden annemi almıştı, evet ancak yeni yaşamımın kapısını da açmıştı bana. İçinde sadece ben ve kardeşimin olduğu yaşamın…
  


BİR ÖLÜM BİN YAŞAM

"ELİFÇE"

1.03.2023 00:00:00