AHMET TAŞTAN

Bir düşünce alanı açmak istiyorum bu konuda. Birçok soru zihnimin ortasında fink atıp durmakta. Yazacağımız “konu” bulamadığımız için böyle şeyler düşünüyor değiliz. Bunlar bizim güncel dertlerimiz. 


Özellikle bireysel özgürlüğe ram olmuş gençlerin, toplumsal sorunlardan ve ahlaktan uzaklaşması üzüyor beni. Gün geçtikçe bencilliğe  bürünen bireyselliklere bel bağlıyor olmaları de korkutuyor. 


Bireysel özgürlüğün eğitimi, ne zaman verilmelidir? Hangi alanlar bireysel özgürlüğün dairesine girer? Bireysel özgürlük mü, yoksa toplumsal kurallar mı önce gelir? “Özgürlük, her istediğimizi yapabilmek” olarak mı yorumlanmalı? Bireysel özgürlük ile sorumluluklarımız arasında bir bağlantı var mıdır? 
Bunlar gibi bir çok soru, pimi çekilmiş bir el bombası gibi önümüzde durmaktadır. Özellikle bu salgın vesilesi ile iyice “bireyselleşen” insanlar, kendilerini tanımlayabilecek kavramlardan mahrum kaldılar belki de. 


Bireysel özgürlük, toplumsal birlikteliği tehdit eder mi? Milli birlik, bireysel özgürlüğün kurbanı olabilir mi? 
Açıkçası ben birtakım endişeler taşıyorum. Bireylerin özgürlüğüne karşı değilim fakat bu kavramın yorumlanması ve bireyler tarafından şahsına münhasır icra edilmesi tehlike çanlarının sesine işaret ediyor. 


Bir eğitimci olarak şu metot izlenmeli kanaatimce. Küçük yaşlarda “aile birlikteliği” çokça vurgulanmalı. “Biz, bir aileyiz... Sen, kardeşlerin, annen ve baban hatta teyzelerin, dayıların, dedelerin, ninelerin, kuzenlerin... Kocaman bir aileyiz, biz yalnız değiliz...” şeklindeki vurgular, çocuğun ilkokul çağına geldiğinde millet bilinci ve millî şuuru verilmelidir. 


Şanlı tarihimizin parlak sayfalarından destansı olaylar anlatılmalıdır. Millet ve toplum şuuru yeri geldikçe bir ömür boyu tekrar tekrar zikredilmelidir. Milleti için çalışan ve fedakarlık yapan insanlar, hürmet ve muhabbetle anılmalıdır. Böylece toplumla ilgili oluşturulmak istenen büyük ve kuvvetli bağ kurulabilir. 
Küçük yaşlarda “istekleri” bitmeyen çocukları bir de bencilce yetiştirdiğimiz zaman ne ana-baba tanırlar, ne de ata-dede... İnsan, sorumluluklarını yerine getirmek için belli düzeyde zaten özgür olmalıdır. Her zaman söylerim, “özgürlük, her istediğini yapmak” diye tanımlanmamalı. Aslında bu, zayıf, aciz ve etkilenebilir insanı, nefsinin arzularına, keyfine, çıkar ve menfaat yine yönelten bir cümle olur. Uyuşturucu ve büyüleyici bir fikir gibi fıtrat da var olan enaniyeti/bencilliği perçinler. 


“Bireysel özgürlük” kelimesi yerine “özgüven” vurgusu yapılırsa daha hakikatli bir eğitim olur. Özgüven sahibi gençler, kendi ailesine, milletine, devletine ve tüm insanlığa karşı saygı duymayı bilecektir.  Aldığı eğitim vesilesiyle kendine düşen tüm görevleri hakkı ile yerine getirecektir. Dikkat ederseniz “özgürce” kelimesi yerine “hakkı ileyerine getirir” dedim. 


Aslında bu “kışkırtıcı” kelime hava gibi etrafımızda her zaman mevcut. “Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım” diyen bir milletin evlatları esareti zaten tanımaz zaten bilmez. 


Ama dış mihraklardan birileri, gençlerin düşünsel kodlarıyla oynadığı ve onların düşüncelerini manipüle ettiği zaman, olayları ve durumları farklı algı dokusuyla ördüğünde, Türkiye’de yaşamaktan korkacak ve ürkecektir. Geçen seçimlerin birinde maalesef buna benzer bir görüntü izlemiştik. Son olarak düşünmemiz gereken şey; bireysel gibi görülse de toplumsal sorunla karşı karşıyayız. 
Vaktinde açan çiçekler gibi deminde verilmiş fikirler, neslimizin mükemmel yetişmesine vesile olacaktır.


BİREYSEL ÖZGÜRLÜKLER TOPLUMSAL BİR SORUN MUDUR?

Bir düşünce alanı açmak istiyorum bu konuda. Birçok soru zihnimin ortasında fink atıp durmakta.

4.01.2021 13:31:00