Gözün yaşını mezar taşına, acının hasını yürek yangınına sürmediysen, “bari ölüsünü ver be abi” diye yalvaran birini duymadıysan eğer ANLAYAMAZSIN…
Soğuktan titreyen ellerinle, bir insanı betonlar arasından çıkarmadıysan, tırnaklarınla o betonu kazımadıysan, bir enkazın altında avazının çıktığı kadar bağırmadıysan yahut sessizliğe bürünüp de bir ses beklemediysen eğer ANLAYAMAZSIN…
Enkaz altında can çekişen birini sakin tutmaya çalışmadıysan, bir annenin üşümesin diye sardığı yavrusunu, toprağın sardığına şahit olmadıysan, hiç tanımadığın birinin kulağındaki son ses sen olmadıysan eğer ANLAYAMAZSIN…
Saniyelerle değil saliselerle yarışmadıysan, bir toz yığınında bir yudum suya muhtaç kalmadıysan, “enkaz altı sessizliği” diye bir sesin var olduğuna şahit olmadıysan ANLAYAMAZSIN…
“Zifiri”nin siyahtan öte olduğunu görmediyse gözlerin, “zemheri”nin soğuktan öte olduğunu hissetmediyse tenin, bir sokağın ortasında donakalıp da öylece beklemediyse bedenin, ANLAYAMAZSIN…
“Beni anlamanı” beklemiyorum da “beni unutma” nolur…
Zorlama… Ne sen beni anlarsın ne de ben seni.
Zira diri ölüyü anlamaz burada, kalan gideni…
Tükendik, yıldık, yıkıldık ve öldük biz…
Bin bir acının ortasında, feryat figanlarımızla çöktük ve bir enkaz altına gömüldük biz…
Kimimizin canı, kimimizin malı, kimimizinse anıları ve acıları… Ama her birimizin bir parçası kaldı o enkazda…
Dolduk, taştık, yandık da ; sönmeden, ölmeden öldük!
Acımı kim duyar bilmem de,
“Sesimi duyan var mı?!”