Zalim İsrail vesilesi ile maalesef zulmü seyretmeğe de alıştık artık. Zulmün 25. günündeyiz. Tüm insanlar kurdukları alarmla uyanırken, Gazze’de çocuklar bomba sesleri ile gözlerini dünyaya açıyorlar demek isterdim. Çünkü gün yüzü göresi çapaklı gözlerini ebediyen açamıyor bazıları. Zulüm, gözlerimizin önünde nice masum canları cennete uğurluyor. Lakin onlar bunu biliyor.
Bu şehadet bilinci, çok önemli bir mesele bizim için... Ufacık Gazzeli çocukların dilinden şehadetin ne olduğunu ve nasıl özleneceğini dinliyoruz. Büyüklerinin kucaklarında, enkazlardan çıkarılmış ve hastanelere taşınan ufacık bedenler, insanın içini sızlatıyor. Yaralı minikler en masum ve samimi duygularla iltica ediyor Rabbimize... Gözleri kapalıyken getirilen şehadetler bizi çok daha fazla etkiliyor.
İşte bu şehadet şuuru ve bilinci olduğu müddetçe bir medeniyeti asla yenemezler. Bu tarafta bizler “bilmem şu kadar çocuk öldü” diye yanarken onların hepsinin Allah'ın huzurunda şehit olduğuna da inanıyoruz. İnşallah. Bir vatanı şehadet aşkıyla savunmak kadar güçlü ve kuvvetli bir direniş olamaz herhalde. Uhud Dağı’nın eteklerinden alınan şahadet kokusu çağdan çağa, nesilden nesle coşkun bir ırmak gibi akıp gidecek ve vatanın her bir karış toprağını yemyeşil edecek ve cinân bahçelerine çevirecektir. Şehadeti özleyen nesillerden korkar, elbet, dünyayı kendi cenneti sananlar.
Şehadet bilinci kadar önemlidir direniş bilinci, direniş gayreti. O mücahitler, Gazze'de ufacık bir toprak parçasında vatanlarını savunurken koskoca dünyaya direnişin nasıl bir anlamı olduğunu, ne anlama geldiğini ezberletiyorlar. Biz de tek yürek olmak adına onların sevgisiyle, onların gayretiyle hayat bulmaya çalışıyoruz bu tarafta.
Bilirsiniz hayat ikidir: Biri dünya, diğeri ahiret... Dünya hayatı başlar ve biter... Ahiret hayatı başlar ve sonsuza kadar gider. Hayırlı ve kalıcı hatta kazançlı olan ahirettir. Önemli olan o hayatı kazanabilmektir. İşte direniş, ardından şehadetle müjdelenmek ve sonra da ebedi hayatı kucaklamak... Onlar Gazze’de bizim kör, bitkin, yılgın gönüllerimizi tekrardan canlandırmaya gayret sarf ediyorlar gah zulme direnerek gaz şehadet şerbeti içerek... Bu sebeple elimizden geldiğince, gözümüzü oradan ayırmıyoruz.
Cumhuriyetin 100. yılını kutlarken gönlümüzdeki bu acı ve ızdırapla haşır neşir oluyoruz. Türk milleti olarak 100 yıl önce Kuvva-yı Milliye hareketleri ile bölge bölge, diyar diyar vatanımızı savunduk. Bu sebeple bir ilimize Şanlıurfa dedik, bir diğerine Kahramanmaraş, öbürüne Gaziantep...
Yerel milis kuvvetlerinin bu direnişi, bize özgürce yaşadığımız cumhuriyetin kapılarını açtığına göre, ne zaman ve nerede öz vatanları uğruna toprağa düşen insanlar varsa, onları da aynı şuur ve bilinçle tebrik ediyoruz.
Öz vatanlarını işgalcilere karşı koruyan herkes çok değerli bir eylem yapmaktadır. Bu konuda feda edilecek canlar, kadr ü kıymet bilen insanlar tarafından övgü ile anılacaktır.
“Kahraman ırkıma bir gül” diye haykıran şair, Rabbimi dilinden bayrağa gelecek emri beklemektedir. “Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal” diye yalvaran şair Rahman’dan “dökülen kanların helal kabul etmesini” talep etmektedir.
Ki Cenab-ı Allah: “Sizinle savaşanlarla siz Allah yolunda savaşın. Haddi aşmayın. Allah adli aşanları sevmez.” buyurmakta.
İşte kitabın terbiye ettiği mücahit ordu, savaş zamanında bile Allah'ın sözünden çıkmaz ya da çıkmamaya gayret eder..
Biliyoruz ki savaş ortamları, oturduğu yerden ahkam kesenlerin tarif edebileceği bir şey değildir. Uzaktan birkaç kelime ile ideali veya ilkeyi hatırlatarak geçiştirmek kolay olmamalı. Oradaki insanları da anlamaya çalışmalıdır.
“Beni, Rabbim terbiye etti, ne güzel terbiye etti” diyen Peygamber (sav) harp ortamında bile nasıl davranılması gerektiğini öğretmiştir.
Biz Müslümanlar zalim ve katil İsrail devletinin direncini kırmak için buradan mallarını boykot ederek, Filistinliyi öldürecek bir silahı da yok etmiş oluyoruz.
Sadece bu savaş için değil öz ve milli ekonomiyi canlandırmak ve desteklemek maksatlı olarak, önce algıyı, sonra da onların bizi küçümseyerek “nasıl olsa fiyatları aşağı çeker, onlar da bir tane değil birkaç tane alırlar” deyip bizi kandırılabilir bir insan topluluğu görmelerini de yok edebiliriz.
Bu direniş alabildiğine devam etmeli... Bombardıman bittiğinde boykotumuz bitmemeli. Bir ateş parçasına dokunur gibi, kuduz bir köpekten kaçar gibi İsrail firmalarının mallarını almamalıyız. İsrailli desteklediği ne açıklayan bütün firmalara karşı tepkimiz apaçık, net ve uzun soluklu olmalıdır.
Zaten onlarsız yaşayabildiğimizi gördükçe hem kendimize de bir güven gelecektir.. Bir de kendi mallarımızı tükettiğimizde milli ve yerli firmalara büyük bir destek vermiş olacağız.
Direne direne kazanacağımız bir savaşa müjdeler olsun. Sadece Cumhuriyetin 100. yılında bağımsız Filistin Devleti'nin kurulması için de bir adım atmış olacağız.