“Kara haber tez ulaşır” derler, ulaştı da. Bir âlimin daha bu dünyadan ahirete göçtüğünü, ebedi aleme yürüdüğünü öğrenmiş olduk. Onun için Yasin-i Şerîf okuyordum ve son ayetine geldiğimde teslimiyetin son durağında olmam gerektiğini anladım. “O halde, her şeyin mülkü ve hükümranlığı kendi kudret elinde olan Allah’ın şanı çok yücedir. Siz ancak ona döndürüleceksiniz.” (Yasin suresi 83. ayet)
Nefesler bitmiş, söz tükenmiştir. Kudret sahibi, mülkün hükümdarı son sözü söylemiştir. Bir saat ileri alınmayan ve bir saat geçiktirilmeyen o an gelmiş, yoğun bakımda, entübe bir hal ile adım adım yaklaşmış ve tam vaktinde “ol”muştu. Olmak ve ölmek... Ölü olmak... Yeni bir hayatın kapısı tık tık çalmak kesik kesik nefes alarak. Yasin-i Şerîf suresinde belirtildiği üzere “ Bir şeyi dilediği zaman Onun (Allah’ın) buyruğu sadece ‘ol’ demektir, o da oluverir.” (Yasin suresi 82. ayet)
Uzun yıllar yine İnegölümüzde ikamet etmiş büyük âlim Abdurrahman Alkış Hocamız (Allah ondan razı olsun) Rabbi’nin emrine son bir kez itaat edip kambur dünyanın sırtından göçüp gitti. Rabbim rahmetiyle muamele buyursun.
Biz onu ilim sahibi, güzel bir insan olarak tanıdık. Muhabbetlerine zaman zaman ortak olduk. Hoş cümleler, halisâne nasihatler, didinledik. Yumuşak ses tonuyla, pamuk gibi yüreğiyle, kimseyi kırmadan, incitmeden bir ömür sürdüğünü bilmek zor değil.
Bazen Hayrettin Kahraman, bazen Ramazan El-Bûtî gibi ilim erbabını sohbetlerimizin konuğu ettik. Yıllar yıllar önce Uzun Sokaktaki konfeksiyon dükkanında Yüksek Lisans dersimi takip ederken Nusret Vardar hocamızla Abdurrahman Hocamızın, muhabbetine şahit olduğumda ilmî ahlakın zirvesini izleme imkanım da olmuştu.
Ziyaretine gittiğimiz dostlarla farklı fikirlerimizi tartıştığımızda bizi kırmadan, yumuşak bir üslupla cevaplar, ikramlarla ağırlar ve dualarla uğurlardı. (Çay getiren evladının o derin saygısını görmemek için kör olmak gerekirdi) İslam ahlakında âlime nasıl saygılı davranılır boyutunu onda gördük. Yürüyüşündeki hal, dilinde; dilindeki hal, yüreğindeydi. Başkalarını rahatsız etmemek adına zaman zaman telaşlandığına şahit olmuşluğum da vâkidir.
Alanyurt’taki evine gittiğimizde camekanlı kütüphanesinden, sorulan bir soru üzerine, kaynak kitabı alır, oradan ilgili sayfayı açarak cevaplamaya çalışırdı. Kitap sevgisini aşılamak ve bizi kitaba yönlendirmek için yapmış olduğu bu tatlı davranış gözümüzden kaçmazdı. Hareketlerindeki âhestelik, sesindeki yumuşaklık, sanki rahatsız etmekten sakınırcasına telaffuzunun sakinliği, bizi daha da dikkatli dinlemeye yöneltirdi.
Değerli olan hiçbir şeyin hakkını veremediğimiz gibi öyle sanıyorum ki Abdurrahman Hocamızın da değerini pek bilemedik. “Mezarıma gelip ağlayacağına işte hayattayım gel konuşalım” diye söylenmiş söz her zaman geçerliliğini koruyacak galiba. Biz onu ilmiyle âmil salihlerden bildik. Rabbim de cennetine öylece dahil etsin inşallah. (amin)
“Doğrusu cennet ehli, o gün güzel bir meşguliyet içinde zevklenmektedirler. Onlar ve eşleri, gölgelerde koltuklara kurulup yaslanmışlardır. Onlar için orada taze meyveler ve istedikleri her şey vardır. Çok merhametli olan Rabbin tarafından söylenen söz “selam”dır. (Yasin suresi)
Bu ayetlerin işaret ettiği mekanlarda, tarif edilen güzellikler içinde sonsuz bir ömür diliyoruz ve dua ediyoruz. Peygamber Efendimiz ( sallallahu aleyhi ve sellemin) Livâ'ül hamd sancağı altında hep beraber gölgelenmeyi niyaz ediyorum.
Sevgili evlatlarına ve değerli eşine sabırlar diliyorum. "Her nefis ölümü tadacaktır” hakikatine teslimiyetle boyun eğenlere ve ölümü çokça düşünüp hazırlık yapan akıllılara “selam olsun” diyorum.
Ayrıca Hocamızı yakinen tanıyan evlatlarından veya talebelerinden onun hayatını ve ilmî şahsiyetini ve dahi yetiştirdiği değerli insanları içeren bir biyografik eser kaleme almalarını rica ediyorum