AHMET TAŞTAN

NEDEN ALLAH'TAN BAHSETMİYORSUNUZ?

İlk yardım kursunun ders kısmı bitmiş, sınav kağıtları verilmişti. Herkes sırasıyla uygulamalı eğitime alınıyordu. Üç beş kursiyer kendi aralarında yazılı sınav öncesi değerlendirme toplantısında konuşulanları daha doğrusu bir kursiyerin yaptığı değerlendirmeyi konuşuyordu. Çayından bir yudum alan koyu renkli montlu kursiyer konuşacak bir konu arama derdine düşmeden soruyu bırakıverdi meclisin ortasına:

“Ahmet Bey'in çıkışın nasıl değerlendirirsin hocam?”

“Bence pek uygun olmadı. Adamlar işlerini yapıyorlar sonuçta... Hepimiz yetişkin insanlarız, öyle değil mi? Neyi nasıl anlayacağımızı kendimiz biliriz.” diye cevap verdi dudaklarının arasından havaya savurduğu dumanların dalgalanmasını izleyen kursiyer. Sözünün bittiği yerde diğeri sabırsızca hafif bir pişmanlıkla:

“Yok, bizim ilahiyatçı olarak söylememiz gereken cümleleri, işaret etmemiz gereken bir noktayı işaret ettiğini düşünüyorum ben.”

Ellerini kağıt havlu ile kurulayan diğer kursiyer şaşkınlığa karışık bir merakla sordu. 

“Ya ne oldu ki? Ben dışarı çıkmıştım o an, herhalde kaçırdım meseleyi?

“Evet, sen o arada dışarı çıkmıştın. Olay şöyle oldu, ben özetleyeyim sana. Uzun masada oturmuştuk. İlk yardım konularında ders veren hocalar da masanın başında idi. Bizlerden iki günlük kurs hakkında  değerlendirme bekliyorlardı. Herkes aldıkları eğitimin nasıl faydalı  olduğunu, doğru bildiği yanlışların bulunduğunu ve bunların doğrusunu öğrendiklerini, bazı şeyleri de ilk defa burada kavradığını ifade ederek kurs eğitmenlere teşekkür etti.

“Eeee, ne var bunda? Sıradan bir durum bu.” diye sözü böldü meraklı kursiyer.

“Bir sabırlı  ol! Herkes birbirine benzer sözlerle tamamladı cümlelerini. Söz Ahmet Hoca’ya gelince.”

“Dur, oradan sonrasını ben anlatayım.” diye sessizliğini bozdu olaydan etkilenmiş gibi görünen kursiyer.  

“Benden önceki bütün konuşmacılara katılıyorum, gayet güzel cümleler söylediler. Tekrar etmek de istemiyorum. Fakat bir şeyi ifade etmeliyim. Burada iki gündür her cümleniz insanla alakalıydı. İnsandan bahsediyoruz, nefes alıp vermekten, hayat kurtarmaktan, ölümden, yanık-kırık- çıkıklardan. Hepsi insanla alakalı... Fakat insanı yaratana yönelik hiçbir cümle kurmayışınız benim dikkatimi çekti üzüldüm. Okuduğunuz bir kitabı anlatırken yazarından bahsederiz. Muhteşem bir eser gördüğümüzde onu yapanı düşünürüz, dedi Ahmet Bey.” Sonra soluklanmak için bir yudum çay içti ve devamla:

“Bu çerçeveden bakıldığında yaratılan ile Yaratan arasındaki bağlantıyı hepimiz biliyoruz ama insanı bir makineymiş gibi bir robotmuş gibi anlatmak şahsen ağrıma gidiyor. 

Bir ilahiyatçı diliyle değil belki ama Allah’tan bahsedilmez ise eksik olur. Yani insan bir meta haline, bir eşya haline dönüşüveriyor, dedi.” diyerek meraklı kursuyerin arzusunu yerine getirdi.

Tartışılan konuyu kavrayan kursiyer:

“Arkadaşlar, ne var ki bu değerlendirmelerde. Bence gayet normal bir uyarı yapılmış ve eksik kalmış bir boyut ifade edilmiş.” dedi.

“Ahmet Bey’den sonra yorum yapanlardan hiçbiri, bu konuyu tekrar etmedi. Anlaşılan kimse konunun büyümesini ve bir tartışma konusu olmasını istemiyordu.” Dumanları izleyen bakışlarını diğerleri üzerinde gezdirirken. 

“Ama eğitmenlerimizden biri cevap verme zorunda kaldı.” Dedi olayı özetleyen.

“Evet, gerçekten ilginç bir cevaptı ama vaziyeti kurtarmayı hissettiren orta yollu bir cevaptı.”

“Hep merakta bırakıyorsunuz yahu... O ne dedi?” dışarıdan gelen. 

“Dedi ki biz Milli Eğitim'de çalışıyoruz. Burada her inançtan insanlar bulunabilir. O yüzden biz böyle konulara girmeden anlatıyoruz. Herkes kendi düşüncesine göre yorumlayabilir.” dedi daha fazla meraklandırmadan arkadaşını.  

“Aslında, eğitmen de meseleyi büyütmek istemediğini ifade ediverdi. Lakin Ahmet Bey'in çıkışı da sağlamdı. “Zaten ben Milli Eğitimdeki bu anlayışa karşıyım” deyiverdi. 

“Hatta geçenlerde beraber aşağıda çay içerken “Aile İçi Şiddeti” anlatan bir konuşmacıya da “Neden Peygamber Efendimiz'in eşlerinden birine bir tokat dahi atmamıştır.” cümlesini söylemiyorsunuz. Bu toplumda peygamber sevgisinin ne kadar güçlü olduğunu tahmin edersiniz  ve sizin konuyu anlatmadaki amacınıza en güzel şekilde  yardım eder, dediğini anlatmıştı.”

"Biz aynı okulda görev yapıyoruz. Bana da anlattı. Prof. Dr. Sinan Canan'ı dinlemiş Bursa Kitap fuarında. “Kaliteli Yaşam” üzerine konuşan profesör: Kaliteli yaşam istiyorsanız vücudumuz hareket etsin, sosyal çevreniz olsun ama sanal değil gerçek olsun. Ayrıca  vücudunuz açlık hissetsin” şeklindeki tavsiyelerinde bulunmuş. Bu sefer Ahmet Bey de gerekli üsluba dikkat ederek: ‘Namaz kılın, oruç tutun, hacca gidin’ deseniz bu mevzuyu anlatmış olursunuz, diye konuyu yine bu noktaya çekmiş.” 

Profesör de “konsept böyle, o çerçevede anlatmak durumundayım” dedikten sonra on dakika da Ahmet Bey'in işaret ettiği noktalarda gerekli açıklamaları yapmışmış.” 

“Aslında bana kalırsa Ahmet Bey'in derdi daha derin. Çünkü yaşadığımız toplumda özellikle okullarımızda öğrencilerimiz inanç noktasında ciddi zayıflıklar yaşıyor. Biz bile derslerimizde yeri geldiğinde telaffuz etmekten sakınıyoruz  yani çekiniyoruz. Ülkemizde “Allah” demenin yasak olduğu devirler çok geride kaldı. Fakat şimdi daha modern bir saplantı içindeyiz. Herkes kendi inancını kendi bulsun, kendi öğrensin isteniyor. 

“Ya, tamam ama her konuyu da dine bağlamak doğru mu?” 

“Ya her konuyu bağlamaktan bahsetmiyoruz ve her zaman yoğun bir şekilde konuşmaktan bahsetmiyoruz. Sadece böyle bir zemini kaybetmemek gerektiğinden bahsediyoruz. 

Zaten Ahmet Bey’in yazılarına bakıyorsunuz; adam düşündüğünü söylüyor, söylediğini yazıyor. Dediği gibi ciddi bir zemin kayması yaşıyor toplumuz. İyilikleri anlatmak, ibadetlerden bahsetmek gizli ama kötülükleri söylemek, hatta ekranlardan anlatmak ise serbest...”

Muhabbet meclisinde söz kanatlı Bir kuş olmuş uçuşuyordu. Sağdan sola, soldan sağa dönüyordu başlar.

“Evet, doğru söylüyorsun. Bu anlayış toplumumuzu nereye taşıyacak böyle. İlk yardım eğitimi alırken en çok neyin altını çizdiler; kurtarayım derken öldürmeyin. Bazen büyük bir faydanız olsun istiyorsanız, bilmiyorsanız, hastaya hiçbir şey yapmayın ve yaptırmayın. Çevredekileri engelleyin bu bile büyük bir yardımdır. İşte bu sözlerle anlatılan ilk yardımın önemi, bir o kadar da Allah'ın yaşama hakkı tanıdığı ya da tanıyacağı birine siz yanlış müdahaleyle son vermeyin gibi birçok uyarı yapılabilir. 

Aslında seküler bir ilk yardım anlatışı oldu. Seküler anlatım insanların ufkunu ve maalesef gönlünü büyük bir oranda yıpratıyor bence bu sebeple Ahmet Bey'in dediklerini canı gönülden katılıyorum.” 

Uygulama sınavı geldiğinden herkes birer birer kalktı. Küçük meclis de dağıldı.


NEDEN ALLAH'TAN BAHSETMİYORSUNUZ?

İlk yardım kursunun ders kısmı bitmiş, sınav kağıtları verilmişti. Herkes sırasıyla uygulamalı eğitime alınıyordu. Üç beş kursiyer kendi aralarında yazılı sınav öncesi değerlendirme toplantısında konuşulanları daha doğrusu bir kursiyerin yaptığı değerlendirmeyi konuşuyordu

26.02.2022 13:53:00