Günümüzde, ‘ismi var cismi yok’ deyimini andıran ve yasak savma kabilinde kutlanan Yerli Malı Haftası’nın ne anlama geldiğini Z kuşağı bilmez hiç kuşkusuz.
Ancak benimle aynı yaşlarda olan okuyucu, Yerli Malı Haftası’nın anlam ve önemini bilerek büyüdü.
Ve bu, Hayat Bilgisi dersinde“Türkiye, kendi kendine yeten 7 ülkeden biridir ” cümlesinin, hafızalarına mıh gibi çakıldığı bir kuşaktır aynı zamanda.
Gerçi alt satırlarda değineceğim söyleşinin konuğu olan Prof. Dr. Kenan Mortan, ‘kendi kendine yeten 7 ülke’ öğretisinin masal olduğunu söylese de, dünyanın en büyük tahıl ambarlarından Konya’da mısırın üretilmediği, Suriye’den patates, Ukrayna’dan da buğdayın ithal edilmediği yıllardı.
***
Osmangazi Belediyesi Kültür İşleri Müdürlüğü, “Yerli Malları Neden Satıldı” başlıklı bir söyleşi düzenledi.
Kolaylaştırıcılığını bendenizin üstlendiği söyleşide, iki isim konuştu.
Ekonomist, akademisyen Prof. Dr. Kenan Mortan…
Ekonomi gazetecisi, televizyoncu, yazar Cem Seymen…
Abartısız söylüyorum, yerli mallarının tasfiyesi, özelleştirme süreci ve 1980’lerden sonra küresel şirketlerin ekonomimiz üzerindeki hakimiyeti konularında, ders niteliğinde bir söyleşi oldu.
***
Osmangazi Belediyesi’nin bu söyleşiyi geniş kitlelere ulaştırmasını salık vererek , konukların söylediklerine geçeyim.
Önce, Prof. Dr. Kenan Mortan, Yerli Malı Haftası’nın felsefesi ve tarihçesiyle ilgili, belki de salonda bulunan konukların ilk kez duyacakları bilgiler verdi:
“Belleğimi zorladım ve ilkokulda Yerli Malı Haftası yaptığımızda, yurt ürünlerini bir masada topladığımızı, şiirler okuduğumuzu ve kompozisyonlar yazdığımızı hatırlıyorum. Ancak daha sonra işin sadece bir yerli malı haftası olmadığını, Cumhuriyet felsefesine dayandığını gördüm. 1923’te toplanan İzmir İktisat Kongresi’nde ürünlerin yerelleşmesinden söz ediyor Mahmut Esat. Atatürk de ekonominin Türkleştirilmesi gerektiğini söylüyor ve ürünün cezp edilmesinden söz ediyor. Gazi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri hiçbir felsefesi oluşumundan, tamamlanmadan çekilmezdi. 1926’da ise Yerli Malları Koruma Cemiyeti kuruluyor ve kurucuların tümü TBMM üyeleri oluyor. Yani bu felsefe, Yerli Malları Koruma Cemiyeti ile hayata geçiyor ama ‘kuralım da’ orada dursun şeklinde değil. 1929’da ise Yerli Mallar ve Tutum Haftası kutlanıyor. Yerli Malları Koruma Cemiyeti’nin bir ifadesi var. Yurt dışından gelen malların Türkiye fiyatlarıyla eşitlenmesi ve aynı zamanda Türk insanına hitap etmesi. Yani Türk üzümünü yiyelim, incirini yiyelim felsefesinden çok öte. Kendi ayakları üzerinde durması gereken ve gümrük kuramayan bir ülkenin sınai istiklalini kurma girişimidir bu aynı zamanda. 1930’larda ise yerli malları olayı bir felsefi ifade daha kazanıyor. Bu defa Rusya’dan uzmanlar getiriliyor ve yaklaşan savaş hesap edilerek 1933’te ilk sanayi planı hazırlanıyor. 1. Sanayi Planı’nda Türkiye’nin 3 beyazını (un, şeker, pamuk) kendisinin üretmesi öngörülüyor. Ve 5 yıl içinde 6 şeker fabrikası kurarak, şekersiz kalmıyoruz. 1. Dünya Savaşı’ndan çok çektik diyenler oldu ancak 2. Dünya Savaşı’nda aç kaldık diyen yok.”
***
Kenan Hoca, belki de salondaki konukların ilk kez duyduğu Yerli Malları Koruma Cemiyeti’nden söz etti, bugün artık unutulmaya yüz tutmuş Yerli Malı Haftası’nın tarihçesini özetledi.
Ve günümüze gelerek, özelleştirme sürecini anlattı:
“1980’lere gelirsek… 1983 Stanley raporu, Türkiye’de kamu kesiminin küçülmesini öngörür buna hiç birimizin itirazı olamaz. Kamu şişmesini önleyin der. Morgan Stanley raporunu, 1983’de irade bir anlamda özelleştirme yasasıyla buluşturur, ilk özelleştirme yasası 1983 yılıdır. Çok basit anlamda Türkiye’de iki nedenle özelleştirilmeye gidileceği söylenir. Bir kamu ekonomisinin şişkinliğini önleyelim, iki kamuda etkinliği sağlayalım. 1984’den sonra 40 yılda 200 kamu mülkiyetine ait mal satılmış, bu fabrika, arsa ve duran bir tesis olabilir. 19 milyar küsur dolar hasılat alınmış, 20 milyar harcama olmuş. Özelleştirme için siz bir aracı kuruluşa gidip diyorsunuz ki, sen bu ürünü parlat ve uluslararası satışı mümkün kıl. Kamu mülkiyetine gelir bölümünde herhangi bir gelişim olmamış. Kamudaki etkinlik anlamında verimlilik dediğimiz karlılık anlamında bir gelişim olmuş mu ? Aselsan haricinde yok. Peki biz bunu niye yaptık diye sorma hakkına sahipsiniz. Temelinde 40 yıl sonra daha daralmış bir kamu mülkiyetinin, daha etkin çalışması ve daha az istihdamla bunu yürütmesi beklenirken, kamu o güne kadar 1,5 milyon daha fazla insan istihdam ediyor. Kamu mülkiyetinde istihdamda hiçbir şekilde azalma yok”
***
Gazeteci, yazar Cem Seymen ise 5553 Sayılı Tohumculuk Kanunu ile ilgili son derece önemli bilgiler verdi.
2006’da ata tohumlarının satışı, 1 gecede yasaklanıyor.
Böylece ABD menşeli Monsanto ve Alman devi Bayer’in önü açılıyor.
Bu iki küresel şirket, iklim krizi bahanesiyle sertifikalı tohum kılıfıyla Türkiye pazarına giriyor.
Sadece tohumları değil elbette.
Gübresi ve tarım ilaçlarıyla beraber…
Seymen, ata tohumunun terk edilip sertifikalı tohum, gübre ve ilaçların insanları zehirlediğini ileri sürdü.
Cem Seymen, dönemin CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’ndan bu konu için randevu alıyor ve CHP liderinden 5553 Sayılı Yasa’yı anlatmasını istiyor.
Kılıçdaroğlu ne diyor biliyor musunuz?
“Ben bu yasayı gündeme getirirsem, Tayyip Bey, CHP yine yabancı sermaye karşıtı’ şeklinde propaganda yapıp, bize gol atacak!”
Oysa Seymen, yürürlükte olan tohum kanununa karşı olmakla yabancı sermayeyi değil, yabancı sermayenin Türkiye’yi sömürgesine karşı olunacağını savunuyor.
***
Seymen’in şu sözleri de kayda değerdi:
“Sadece Çaykur’u düşünün. Çaykur nasıl zarar eder? Türkiye’de çay girmeyen ev var mı? Bir mucize yaşanmış ve sıcak iklim bitkisi olan çayın üzerine Karadeniz’de kar yağıyor. Bu, ilaçsız üretilebilen organik çay demek. Çayın üretildiği bir ülkede Lipton’un ne işi var? Çaykur, üreticiye kota koyuyor. Elinde çayı kalan üretici de Lipton’a gidiyor ve zararına ürün satıyor. Oysa İngiltere’de 1 gram çay üretilmiyor. Almanya’da bir gram fındık üretimi yok ama fındık borsası Almanya’nın Hamburg kentindedir. Karadeniz’de geçimini fındıkla sağlayan 350 bin kişi Ferraro’nun sahibi olduğu Nutella’ya çalışıyor. Türkiye’de stratejik ürünler olan zeytinin, fındığın, tütünün, şekerin ve çayın fiyatını biz değil Dünya Ticaret Örgütü belirliyor. ”
***
Yaklaşık 1 saat olarak planladığımız söyleşi, öylesine akıcıydı ki 2 saati aştı.
Kaçıranlar Osmangazi Belediyesi’nin Youtube kanalından ve Kanal 16 ekranlarından söyleşinin tamamını izleyebilir.
Yeri gelmişken Osmangazi Belediyesi’nin kültür-sanat atılımına da değineyim.
Söyleşi öncesi, yılın büyük bölümünü Fransa’da geçiren Prof. Dr. Kenan Mortan ile sohbet ettik.
Fransa’dan Bursa’ya bu söyleşiye katılmak için gelmiş Kenan Hoca.
Hem sohbetimizde, hem de söyleşi sırasında, “Erkan Aydın’ın çok iyi işler yaptığını duyduğum için buraya geldim” dedi Kenan Hoca.
Belki yapılan işler kamuoyuna hakkıyla yansımıyor ama Osmangazi Belediyesi kısa zamanda , hem sosyal belediyecilikte, hem de kültür-sanat alanında az zamanda çok iş yaptı/yapıyor.
Nitelikli işlerin üretildiği, sözü olan konukların davet edildiği etkinliklerde, salonlar dolup taşmıyor belki.
Ancak sabır…
Osmangazi Belediyesi’nin attığı tohumlar, elbet bir gün filizlenecek.