Oyun başlamadan önce, dev bir salıncakta sağa sola savrularak seyirciyi karşılayan iki oyuncu, oyunun derin trajedisinin ve duygusal çatışmaların ilk ipuçlarını sunuyordu aslında.
Bu minik enstantane sanki seyirciyi Othello’nun içine çekeceği o karanlık serüvene sessiz bir çağrıda bulunuyor gibiydi.
Perdeleri açmadan eserden bahsetmek gerekirse, Shakespeare’in “Othello”su, insan doğasının en derin ve en karanlık köşelerine bir davet sunan ve kıskançlık, güvensizlik ve ihanetin yalnız bireyleri değil, toplumları da nasıl zehirleyebileceğini gösteren bir oyun.
Bursa Devlet Tiyatrosu’nda izlediğim versiyonu ise, Shakespeare’in zamansız anlatısıyla birleşerek, bizleri kendi içimizdeki hırsların ve zaafların bir yansımasıyla yüzleştirdi. İşte tiyatronun büyüsü burada saklıydı zira tiyatro hayatın en sahici yönlerini, en yalın duygularını, sahnede izleyiciye tüm çıplaklığıyla aktaran bir vasıta aslında.
2 perdeden oluşan ve 2 saat 50 dakika süren bir hayli uzun olan oyun başlamadan önce itiraf etmem gerekir ki klasik bir oyunda, ağır ifadeler ve kasıntı hareketler görüp sıkılma endişesini gütmedim değil. Ancak oyun başladıktan sonra şunu farkettim ki Bursa Devlet Tiyatrosu oyuncuları adeta bu oyunu sergilemek için biçilmiş bir kaftan.
Her bir sahne ve her bir diyalog, izleyicinin içine işleyen bir yoğunlukla hayat buldu. Oyunda Emine Irmak Bavkır ve Ceren Kayış’ın sesleri, müzikle harmanlanarak ipeksi bir dokunuşla ruhumuza işledi. Shakespeare’in sözleri birer müzikal parça gibi kulaklarımızda yankılandı; oyun boyunca, onların sesleriyle sahnenin ağırlığı daha da derinleşti, duygular katman katman üstüne bindikçe büyüdü.
Othello karakterine hayat veren başrol oyuncusu Nurettin Örük ise adeta bir “tip cast” örneğiydi; makyajı, ve duruşuyla Shakespeare'in yarattığı trajik karakteri tam anlamıyla yaşattı.
Öykü Esendemir’in canlandırdığı Desdemona’nın yardım çığlıkları sahneyi doldururken, o anın gerçekliğine öylesine kapıldım ki, sahneye atlayıp onu Othello’nun ellerinden çekip almamak için zor tuttum kendimi. Bu duygusal yoğunluk, oyun sırasında sık sık kendini hissettirdi. Her anıyla içimizde yankılanan bir çatışmanın ve tutkunun temsilcisiydi Othello ve Desdemona...
Ve Iago... Salih Cem Şener’in olağanüstü performansı, Iago’nun içindeki fesadı ve kindarlığı müthiş bir şekilde gözler önüne seriyordu. Onu izlerken, Iago’nun sadece bir karakter olup gerçek olmadığını unutturacak kadar etkileyici bir nefreti bizlere hissettirdi.
Shakespeare’in zeka ve kötülükle ördüğü bu karakterin, tüm samimiyetsizliği ve alçaklığına rağmen, zekasının derinliğinde kaybolurken “Hırs mı, tutkular mı, yoksa kıskançlık mı, insanın düşüşünü hazırlayan?” diye düşündüm. Belki de bir bireyi, en yakınındaki bir düşmanın ellerine teslim eden ve insanın en büyük çöküşünün başlangıcı olan bu zaaflardı.
Soytarı rolündeki Nergiz Acar ise, tüm bu yoğun duyguları izleyiciye aktaran, mizahıyla bu ağırlığı dengeleyen bir tonda sahnedeydi. Samimi mimikleri ve yalın performansıyla oyunun ağırlığını üzerimizden attı.
Zor rollerden biridir soytarı olmak; çünkü oyunun trajedisini hafifleten, aynı zamanda onun derinliğini pekiştiren bir görevdir bu. Ve Nergiz Acar, bu görevi büyük bir ustalıkla yerine getirdi.
En büyük alkışlardan biri de dekor ve ışıklar için. Bu iki unsur sahnedeki performansı bir yapıt haline getirdi.
Kendi iç karanlığına bakmaya cesaret edenlerin mutlaka ama mutlaka Bursa Devlet Tiyatrosu’nun Othello oyununa gitmesi gerektiğini tavsiye ederek emeği geçen herkesi tebrik ediyorum.