Nihat Nasır

Daha 8 yaşımdayken tanıştım depremle.

Ogün, toprak damlı evimizde bir ben vardım aileden.

Müthiş bir sarsıntıyı, duvarların yarılıp yere dökülüşünü, damın çöküşünü ve tarifi imkânsız dehşeti kare kare yaşadım. 

Öldürmeyen Allah öldürmüyor işte.

 

Sonrası deprem kadar sarsıcıydı doğrusu.

Yalın ayak kalmayı, bir kap yemek için kuyruğa girmeyi, bir ekmek için itişip kakışmayı, boş bir arsaya serilmiş yatakların içinde yağmurdan korunmak için yorganı siper etmeyi, hülasa acziyeti, yokluğu ve çaresizliği tüm acımasızlığı ile tattım. 

Çocuk yaşta yaşadığım bu hadisenin benliğim de travmatik bir etki husule getirdiği muhakkak. 

En küçük bir sarsıntıda bile betim benzim atıyor ki, sebebi bu olsa gerek. 

 

10 ili kapsayan Kahramanmaraş merkezli dehşetengiz depremi ilk saatlerden itibaren bilgisayarımın başında izlemeye çalışırken, bu tecrübeden naşi empati yapabileceğimi sanıyordum…

Yanılmışım ki, ne yanılma…

Gelen her kare fotoğraf, her görüntü, her haber, böyle bir şeyin asla mümkün olamayacağının kanıtı gibiydi adeta.

Bizim yaşadığımız, bu son depremle kıyas edildiğinde, tabiri caiz ise çok etkili bir korku filminin fragmanı mesabesindeydi.

 

Uzmanların değerlendirmesine göre “atom bombası” tesirinde bir afetle karşı karşıyayız. 

Konuşma imkânı bulan her şahit; “deprem değil, kıyametti sanki” diyor. 

 

Devasa bir coğrafya ve 13 milyondan fazla insan…

Birçok ülkenin yüzölçümünden ve nüfusundan fazla...

Binlerce bina hâk ile yeksan, on binlerce insan korkunç bir felaketin pençesinde…

Üstüne üstlük, dondurucu bir soğuk ve herkesin birkaç gün önce dört gözle beklediği kar…

 

Alt yapı felç olmuş, elektrikler kesik, çareler çaresizlikle kuşatılmış sanki.

Yürek parçalayan çocuk çığlıkları, perişan anneler ve babalar…

Öyle ki, yer kahır gök matem!..

 

Depremzedelerin en büyük talihsizliği ise şüphesiz ki, yardıma ilk koşacak kimselerin de aynı akıbete duçar olmaları... 

Dile kolay, birbiriyle komşu tam 10 şehir aynı dertten mustarip. 

Böylesi gerçekten görülmüş şey değil. 

 

İlk şok atlatıldıktan sonra ve havanın ağarmasıyla birlikte, başta resmi kurum ve kuruluşlar olmak üzere eli öpülesi bu hamiyetli millet, kolları sıvayıp işe koyuldu.

Devlet birimlerinin koordine ettiği teşkilatlar ve yardım kuruluşları canhıraş bir biçimde sahaya koştu.

İnsanlar, yapabilecekleri ne varsa bila tereddüt tatbike koyuldular.

 

Bizler de, büyük bir çaresizlik içerisinde gelişmeleri izlerken, imkânlarımız dâhilindeki maddi desteği ilgili birimlere ulaştırma gayretlerimize dualarımızı katık ediyorduk. 

 

Fakat o da ne!

Özellikle sosyal medya denen lağım çukurundan kötü kokular yükselmeye başladı.

Binlerle ifade edilen enkaz mahalli vardı lakin kötülüğü iş bellemiş bedhahlar, kurtarma ekiplerini gerçekte var olmayan yerlere sevk edecek ihbarlar yapıyorlardı. 

Birkaç ile sınırlı kalsa da, böyle durumların en şe’ni hadiselerinden birisi olan yağmaya tevessül edenler oldu. 

“Barajların çatladığı” yalanı servis edildi kaynağı meşkûk odaklar tarafından.

Zaten maddi manevi canı yanmış insanların, fazladan bir de paniğe kapılması, kimin ne işine yarıyor olabilirdi ki?

 

İçim acıyarak ifade etmeliyim ki, Türkiye’den başka bir ülkede yaşanacağını sanmadığım hadiseler zincirine tanıklık ettik.

 

Bir yanda, cebindeki son parasını hibe eden, umreye gitmek için biriktirdiği parayı yardım için bağışlayan, kan vermek amacıyla kuyruğa giren, kapı kapı dolaşıp acil yiyecek ve giysi toplayan, bilmem neredeki evini afetzedelere açan, elinden hiçbir şey gelmeyip de kahrından ağlayan hamiyetli insanlar…

 

Diğer yanda, enkaz altındaki mağdurları arayıp dalga geçen, kurtarma ekiplerini alakasız yerlere sevk eden, askerlerin sahada olmadığı bühtanında bulunan, bölgenin dindarlığına dikkat çekip bu felakete müstahak olduğunu savunan, afetin ‘siyasal İslâm’ın bir neticesi gibi gösteren, sahte siteler kurup yapılacak olan yardımlara çökmeye çalışan ve aslı astarı olmayan iddialarla hükumete olan nefretini kusmak için fırsatı ganimet bilen leş kargası misillü ahlaksızlar taifesi…

 

Ya Rabbi!

Bu nasıl bir çelişki, bu nasıl bir paradoks!

 

Açık söylemek gerekirse, bu elim hadiseyi siyasi hesaplarına alet edeceklerini ta en başında öngörmüştüm ama doğrusunu isterseniz daha ilk günden başlayacaklarına ihtimal vermemiştim.

“En azından birkaç gün beklerler, o kadar da zalim ve vicdansız değillerdir” diye düşünüyordum ki, bir kez daha feci şekilde yanıldım. 

 

Sahi, insanların acısının üzerinde tepinebilmek insaniyetle nasıl bağdaşır?

Yahut bu nasıl bir insanlıktır ve ya daha doğru bir tabirle bunlar gerçekten insan mı?!

 

Deprem, hiç şüphesiz ki, büyük bir felaket...

Lakin gelin görün ki, yukarıda esefle değindiğimiz bu insaniyet trajedisinin de bu büyük felaketten geri kalır tarafı yok.

 

Bütün dünya, bu depremin yüzyılın felaketi ve hatta dünyanın gördüğü en büyük felaketlerden birisi olduğunda müttefik…

13 milyondan fazla insanın yaşadığı birbirine komşu 10 şehir, onlarca ilçe ve yüzlerce köy…

Zorlu kış vasatı ve fevkalade çetin coğrafi şartlar…

 

Devlet de millette insanüstü denebilecek bir gayretle çalışıyor.

Neredeyse herkes sahada...

Bu, göğsümüzü kabartan bir dayanışma bilinci ama bahsini ettiğimiz alçaklıklar da aynı ölçüde öfkemizi kabartan insanlık dışı gelişmeler…

Evet, canımız yanıyor.

Evet, fena halde yaralıyız.

Evet, şartlar çok zorlu ama bunun üstesinden hep birlikte geleceğiz inşallah!..

 

Son sözümüz duamız olsun.

 

Ya Rabb! 

Çaresiz insanlar için rahmet deryandan çare halket, bu millet-i merhumeye merhamet et.

Memleketin duçar olduğu afete sevinen ve bu çetin imtihanı siyasi hesaplarına alet eden bedhahları da kahr-u perişan eyle…

 

 

 

 


Yer Kahır Gök Matem

Müthiş bir sarsıntıyı, duvarların yarılıp yere dökülüşünü, damın çöküşünü ve tarifi imkânsız dehşeti kare kare yaşadım.

10.02.2023 10:12:00